Silivri Facebook
banner88

Yolcu Bayla Oturmayı Kendi İsteği İle Kabul Etmiştir
 
Önceki yazımda belirttiğim gibi Ankara'ya gitmem gerek.
 
Geçen gidişimde de benzer olaylar oldu, şimdilik yazmayayım dedim.
 
Neyse bayram üstü, zaten yer bulmak sorun. Zar zor bilet buldum şöyle ki; efendim bir yer açılmış salı günü saat 14:00, tamam hemen alayım; ama bay yanı... kardeşim annem hasta, bakıcı izinli, Oktay ( o benim  kardeşim oluyor) İstanbul'a gelecek, anneme bakmaya gidiyorum, yanımda kimin oturduğu umurumda değil, hem ne fark eder ki nedir bu kadın erkek korkusu, tamam ok ( ama bileti aldığımda güleyim mi ağlayayım mı şaşırdım) yazı aynen şöyle: biletin altında el yazısı ile "yolcu bayla oturmayı kendi isteği ile kabul etmiştir" sanki - tecavüzü önceden bilmekle kabul etmiştir-, gibi.....
 
Neyse bunu da boşverdim bu arada "bay" yanına da oturmadım; 3 kez koltuk değiştirdim ama seyahat acentesi kendine göre düzeni kurmuş, zinhar kadınla erkeği yanyana oturtmuyor.... ama yanlış koltuk ve cam kenarı saltanatı devam ediyor, sanki yalıdan boğazı göreceğiz, ya da o yalıyı satın alıyoruz.
 
Geçen gidişimde bindim, numaramı buldum, o ne benim koltuğumda bir oğlan (12 yaşında falan) oturuyor, ben gelince annesi kucağına aldı. Ay problem olmasın Esenler'de inecekler... peki problem olmasın sustum... indiler de...
 
Neyse gelelim bu seyahate; saat 14:00, otobüs saat 14:25'de geldi, bindik, araba dökülüyor... öğrendik ki Çorlu-İstanbul seferi yapan otobüs, koltuklar-kolçaklar kırık; şu anda nedenlerini sorgulamayacağım ama öyle işte...(Açıklama İst-Ank seferi otobüsü bakımda).
 
Saat 17:30'da köprüden nihayet geçebildik, tamam bu şirketin suçu değil, İstanbul trafiği tarif edilemez durumda... 10 saatte New York'a, 13 saatte ise Bangkong'a uçmuştum, oysa Ankara'ya vasıl olmam  9.5 saati buldu. Tabii otobüs eski olduğu için cep telefonu yasağı yok, bozulacak ABS fren sistemi de yok çünkü.
 
Herkes telefonla konuşuyor, otobüsün her an dağılacakmış gibi gürültüsü ayrı,uzatmayalım gece 23:30'da Ankara'ya vardık, kardeşimin evine varabilmem gece yarısını buldu.
 
Bayramın birinci günü, kahvaltı bitti, yemek yapıyorum, bir gürültü, bir sarsıntı, İstanbul'da korku ile beklerken Ankara'da deprem; hoşgeldin Nevin..
 
Dönüşüm ayrı bir çile; bu kez sabah erken bir saat, otobüs yeni, ancak şoför kendini rallide zannediyor, her virajda tamam şimdi devriliyoruz deyip dua üstüne dua okuyorum...
 
Yine dönüşte yanıma bir kız oturuyor, kadın diyemiyorum o kadar küçük ama en az 3 yaşında şirin bir veleti var yanında...
 
Taksim-Beşiktaş dolmuşu olsa hadi hoşgöreceğim (ki İstanbul trafiğinde artık o da çekilmez) ama en iyimser düşünce ile  8 saat sürecek seyahat, kardeşim biz de çocuk büyüttük her çeşit taşıtla çocuğa da bilet alarak seyahate çıktık;  varsa gidersin, yoksa gitmezsin kardeşim; hadi sen şark kurnazlığı ile tek biletle çocuğunu kucağında götürmeye (tabii kucakta değil gayet pişkin bir vaziyette çocuğu üzerime ittire kaktıra, iki koltuk arasına yerleştirerek) kalkıyorsun, sen nasıl seyahat acentasısın ki bunu kabul ediyorsun. Bir kere trafik kurallarına aykırı, yol uzun, hatta uçakta olduğu gibi her koltukta emniyet kemeri de olması gerek, allah korusun şiddetli bir frende çocuk kafayı yaracak...
 
Neyse ben bazen nerede yaşadığımı unutuyorum, muavine kibar bir şekilde uyarımı yaptım, kadına da sorunun o ve şirin kızı olmadığını belirttim, kendisine de yazık, şükür ki Harem'e kadar trafik neredeyse yoktu ve onların yolculuğu da Harem'e kadardı.
 
Yol boyunca yanımdaki kitabı okumaya çalışıyorum; kitap Elin Hilderbrand'ın "Yalınayak" adlı kitabı, çeviren rahmetli arkadaşım Paidar'ın kızı Ilgaz Demir.
 
Konu 3 kadının kişisel dertlerinden uzaklaşmak üzere sayfiyede huzur içinde yaz aylarını geçirmeleri üzerine kurulu, ancak hayatlarına giren bir erkek tüm planları alt üst ediyor. Daha fazla detay bilmiyorum kitabın ancak yarısına gelebildim.
 
Aslında kitap seçimim yanlış olmuş, çünkü kadınlardan biri kanser ve kemoterapi tedavisinin tüm aşamalarını ve duygusal travmalarını okuyorum, annemin kemoterapisi henüz başlamadı, içim sıkılıyor, otobüste ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. 
 
Ama beni rahatsız eden başka bir şey var kitapta, okurken cümlenin anında ingilizcesi geliyor aklıma ki, benim ingilizcem yarım yamalaktır, ama cümle kalıbı aynen ingilizce olarak aklıma geliyor.
 
Tercüme birebir, yani türkçeleştirme değil, bu da beni rahatsız ediyor, yeni nesilde maalesef bu var, hepsi çok iyi eğitim almış (tabii ingilizce eğitim almışlarda özellikle belirgin) ama Türkçe konuşmaları maalesef ingilizce türkçe karışımı, TV dizilerinde de bu var bire bir tercüme ve ortaya garip bir türkçe çıkıyor.
 
Aynı şey kızım için de geçerli, örneğin heyecanlı bir haber verecek, arıyor, anne biliyorsun ki (you now) arkadaşım hamile .. - hayır kızım bilmiyorum, biz şöyle deriz anne biliyor musun şu arkadaşım hamile. Tabii benimle dalga geçiyor, konuşma dili tamamen bozuldu.
 
Buna pek de şaşırmamak gerekiyor, ingiliz türkçesi bir yana türkçe eğitim veren kurumlar daha beter, Milli Eğitim kurumları içindeki öğretim görevlileri bile şivelerini düzeltmek için en ufak bir çaba gösterip düzgün türkçe kullanmaya çalışmayınca, onların yetiştirdiklerinden de fazla birşey beklememek gerekiyor.
 
Neyse ben bu düşüncelerle boğuşurken, çok şükür Boğaz köprüsünden geçtik, fakat Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçişte (geçemeyiş diyeceğim) görüntü büyükçe bir otoparkta yığılı arabalar silsilesiydi, bilmem kaç satte geçebilecekler, İstanbul gerçekten bitik, ama yine de başka bambaşka güzel.
 
Nihayet eve geldim, bir bayram daha böyle geçti, haftaya görüşebilmek üzere hoşça kalın, sağlıcakla kalın....
 
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol