Silivri Facebook
banner88

Yaşarken analım, yaşarken sayalım
Yukarıda ki cümlemin tersine, bizim bu gecikmeli saygı ve sevgimize batının bakış açısını ise tam tersinedir.. Rusya’dan Nazım Hikmet’in, Fransa’dan da ünlü ressamımız Hakkı Anlı’yı ve Fikret Mualla’yı bu sözlerime örnek olarak gösterebilirim. Hatta bundan otuz sene evvel Paris’te yaşayan Hakkı Anlı ile yapılan bir röportajda o’na nasıl Paris belediyesinin sahip çıktığını eski bir kiliseyi restore ederek emrine atölye olarak verdiğini, aylık bağladığını hasta ve yaşlılık döneminde ise yanı başından eksilmeyen bir hemşire ve hastabakıcıyı gözlerimde gördüğümü ve de, tüm bunlara rağmen bana sözlü vasiyetinde; “Beni Türk topraklarını gömdürün ve eserlerimi lütfen burada bırakmayın” dediğini söylersem bilmem ki ne dersiniz?..

Yanlış anlaşılmasın, ben batı hayranı falan değilim. Tam tersine ülkemi çok sever ve tüm milli duygularımla, Atatürk’ün de dediği gibi; ülkemin, batı uygarlığının ötesine geçmesini isterim, her idealist vatandaş gibi..Bu sözlerimi de ispatlamak gerekirse; vaktiyle Amerika ve Avrupa’dan aldığım devamlı veya süreli olarak oralarda yaşama tekliflerini hep geri çevirdim ve her sergiden sonra ülkeme dönüp, karşılaştığım tüm zorluklara rağmen ülkemin sanatçılarına ve sanatseverlerine sanatı sevdirmeye çalıştım.. Üstelik; sanat hayatımı ayakta tutabilmek için sanat yazarlığından (1974 Kıbrıs ikinci çıkartması) savaş yazarlığına kadar çalışma pahasına…

Asıl savaşımın 1975’de anavatana dönüşümde başladığımı, savaşta bir kere yaşam savaşında ise bin kere ölündüğünü, Atatürk’ün o çok değer verdiği Türk sanatçılarından ise devleti yönetenlerin bir haber olduğunu, hepsini kaderlerine ve kendi gayretlerine bıraktığını ve hatta ülkesini tanıtma ustalığını başarabilmiş olanlara bile bırakın maddiyatı manevi elini bile uzatmaktan aciz olduğunu görüp, acilen “Sanatçılar ve Sanatsevenler Derneği’ni” kurarak değerli Türk sanatçılarını bir çatı altında toplamaya ve kuvvetlendirmeye karar verdim.

Sanatçılar ve Sanatsevenler Derneği altında kurduğum ve giderek üye sayısının beşyüze ulaşması ise bana artık dar alanlara sığamayacağımızı ve bir SANATÇILAR KÖYÜ kurarak, ülkemize ve sanatçılarımıza bırakabileceğim en büyük eser ve hizmet olacağını düşünüp bir yıllık bir araştırmadan sonra İstanbul’a yakınlığı nedeniyle Silivri’de karar kılıp, harekete geçtik.
Derneğimizi oluşturan üyeler arasında zamanın ünlü sanatçı isimleri olduğu gibi kurucuları arasında da emekli bir valimiz, ünü ülkemizin dışına taşmış Cemal Kutay gibi bir tarihçimiz ve Avrupa’nın hemen hemen tüm ülkelerinde sergiler açarak ve TV programları ile Türk kadınını, Türk sanatçısını ve basit inşaat çimentosunu seramiğe katarak yaptığı yeni buluşunu milyonlarca yabancıya duyurmaya çalışan ben deniz vardım.
İşte; hem derneğimizin ve hem de sanatçılar köyümüzün kurucuları arasında bulunan değerli dostum ve ülkemizin medarı iftiharı rahmetli Cemal Kutay’ı Kadıköy Belediyesi’nin üçüncü kez Cadde Bostan Kültür Merkezi’nde tertiplediği görkemli bir toplantı ile 7 Şubat’ta andık.

Türkiye’mizin gelmiş geçmiş en önemli tarihçilerinin başında gelen Sayın Cemal Kutay sadece yazdığı yüzlerce kitabı ile değil, zengin belleğinin ve geçmişinin tam tersine son derece mütevazı yaşantısı ve çektiği sıkıntılardan taviz vermeden hayata gururlu bakışı ile de hepimize örnek bir büyüğümüzdü.

Nitekim Kadıköy’deki evi yandığı zaman bugün onun arkasından törenler tertipleyen Kadıköy Belediyesi o tarihte sessiz kalmış ve devreye Sanatçılar ve Sanatsevenler Derneği olarak bizim girmemizle evi restore edilmiş ve itfaiyenin söndürme esnasında ıslatıp, etrafa saçtığı son kitabının notları yine bizim kurduğumuz ekiple kurtulmuş ve bir araya getirilmişti.
Yirmi sene evvel kurduğumuz uluslararası bir Sanatçılar Köyü olacağına inanarak, 72 arkadaşımı (üyeme) de bir araya getirdiğim bu köyde kura sistemi neticesinde yerini beğenmeyen dostlarımın tersine Cemal Kutay’ın “BURADA BİR DİKİLİ TAŞIM OLSUN” demesi bile O’nun büyüklüğünü yeter de artar bile.. Nitekim evinden evvel büyükçe bir taş bulup, sağlığında bu taşın üstünde oturttuk. Daha sonra da kızı İnci’nin yaptığı evinde bir süre yaşayarak son kitabını yazması kısmet oldu. 
Şimdi yaşasaydı ne olurdu?.. Bürokrasi çengeline yakalanan ve yirmi yıldır bütün üyelerimize büyük üzüntü yaratan bu bekleyişten o da bıkmış olarak “Demek ki ak düşünceler ve ak paralarla bir gayeyi oluşturmak ne kadar zormuş” diyerek yeniden ölürdü.. Ya da yazdığı yüzlerce kitabı gündeme gelip, soruşturmaya tabii tutulurdu!!!

Değerli kurucu üyem ve dostum Cemal Kutay’a bir kez daha Allah’tan rahmet ve vaktiyle Kadıköy Kent konseyinde önerdiğim gibi evinin müzeye dönüştürülerek topluma ışık tutmasını diliyorum.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol