Silivri Facebook
banner88

HAVADAN SUDAN

Şu sıralar, Ağustos’un başlarında, sıcak bir yaz yaşıyoruz Viyana’da... Ben ise her öğlen parka gitmeyi alışkanlık haline getirdim neredeyse... Öğlen yemeklerim problem oluyor, bu sıcakta canım bir şey istemiyor, akşama kadar da aç kalmak zor geliyor...Burada iş yerlerinde yemek yok, yakınlarda da restaurant yok, hem olsa da hergün yenmez ki…Bugün markete gittim önce, kendime ekmek arası bir şeyler alayım dedim...Türkiye’de ne güzel, bir parça beyaz peynir, 4-5 dilim domatesle ve biberle şahane sandviçler yaparsın… Aklıma geliyor, hayıflanıyorum…

Bizdeki taze kaşarı anımsatan bir peynir seçiyorum, satıcı bana sandviç yapıyor... artık et yemeği çok azalttım, can çekişen hayvanlar aklıma gelince canım et yemek istese bile hemen vazgeçiyorum... Bunu burada yapmak kolay da, Türkiye’de kebaplara fazla dayanamıyor insan... Et ihtiyacımı Türkiye’ye saklamak galiba en iyisi... gerçi buranın sebzelerinde de bizdekilerin tadı ve kokusu yok ama idare ediyoruz işte... insan herşeye alışıyor...

Sandviçimi alıp parka doğru yollanıyorum... Hiç boş bank yok, yaşlı bir adamın yanına izin isteyerek oturuyorum... merhaba diyorum, burada merhaba demek alışkanlık, yani nezaketle alakası yok, sadece bir kural sanki... Yaşlı adamın elinde bir gazete var, buranın en sağcı gazetesi, yabancılar aleyhine yazılarıyla dikkat çekiyor... Bu adam mutlaka sağcı bir partiye de oy veriyordur diye düşünüyorum... Adam bana gülümsüyor, içimden benim yabancı olduğumu bilse yine böyle içten gülümser mi diye geçiriyorum... Bu negatif düşünceyi hızla kafamdan uzaklaştırıyorum... ne düşünürse düşünsün, beni ilgilendirmiyor şu an...güneş, koca çınar ve ben bahtiyarım…

Bugün rüzgar yok, yaprak kımıldamıyor... insanlar güneşleniyorlar... bu Avrupalılar da böyle işte, güneş gördüler mi öğlen tatilinde bile hemen sere serpe güneşlenmeye başlıyorlar...Birden aklıma komik bir görüntü takılıyor… İstanbul’da, Taksim’de banka oturmuş sere serpe güneşlenen bir banka memuresi… veya bilmemne plaza’dan öğle tatiline çıkmış ve bir bankta güneşin tadını çıkaran iyi giyimli bir patron… Nedense bu görüntüler bana komik geliyor, buna alışık değiliz, çünkü oralarda insanlar buradaki kadar rahat değiller… kendilerini öylece rüzgarın estiği yöne, güneşin sıcak yüzüne bırakamıyorlar nedense… Bunları düşününce burada yaşamak bana daha hoş geliyor birden…

Bugün ne çok güvercin var burada diyorum kendi kendime, kuşların kanat hışırtılari bütün sesleri bastırıyor sanki... Yanımdaki çınarın yanında bir akasya ağacı var, çicekleri yerlere dökülmüş... Akasya ağacının bembeyaz çiçeklerle süslü bir dalı bana doğru uzanmış, elimi uzatıyorum çiçeklerden birini kopartım ağzıma atıyorum... çiçeğin çok hoç bir tadı vardır, küçükken hep yerdik... Ben çiçeği ağzıma atınca, yaşlı adam bana garip garip bakıyor... gülümsüyorum ve ona da bir tane uzatıyorum, alıyor, ağzına atıyor… Tadı ve kokusu hoşmuş diyor gülerek o da... Uzanıyor, bir tane daha koparıp atıyor ağzına...

Akasya çiçekleri bahane oluyor, sohbet etmeye başlıyoruz... şivemden yabancı olduğumu anlıyor ve merakla nereli olduğumu soruyor... Türkiye’den geliyorum diyorum... bakışlarından şaşırdığını anlıyorum... türklere hiç benzemiyorsunuz diyor... bu lafı hiç sevmiyorum ben... canım sıkılıyor birden, hayır çok benziyorum diyorum... Türkiye’ye giderseniz ne kadar benzediğimi görürsünüz diye ekliyorum... Avrupalı’ların bizi hiç tanımaması gülünç aslında... bu kadar içlerindeyken, bu kadar dışında kalmak garip bir durum...

Konuyu değiştiriyorum, hava da ne kadar sıcak diyorum... havadan sudan bahsetmek her zaman komiğime gitmiştir... kendi kendime gülüyorum, neden güldüğümün farkına varmadan o da gülümsüyor yavaşça...herhalde gülünecek bir şey var der gibi sanki, belki de bana öyle geliyor…aldırmıyorum,  bugün can sıkıntısı veren hiç bir şeyle ilgilenmek istemiyorum...

Güneş bana mutluluk veriyor, bunu burada çok hissediyorum... Yılın yarısı güneşli olan ülkemi bırakıp geldim buralara diyorum, yine hayıflanıyorum... yaşlı adam bana dönüyor, okuduğu bir yeri gösteriyor gazetede... yarın hava serinlemeye başlayacakmış yine diyor... memlekete bak diyorum içimden... yine de bugün canımı sıkmak hiç istemiyorum...

Zaman da ne çabuk geçti diyorum yavaşça ve yaşlı adamla vedalaşıp büroya geri dönüyorum... Masamın üzerinde kocaman bir dondurma duruyor, bu nedir diye soruyorum iş arkadaşım Konradt’a... Müdürün kıyağıymış.. hava çok sıcak diye müdür bize dondurma ısmarladı diyor... Dondurmayı pek sevmem, 40 sene yemesem de aklıma gelmez ama, yine de hoşuma gidiyor... birden aklıma Eylül’de yapacağım Antakya gezisi geliyor, seviniyorum buna... dondurmamı yerken Konradt soruyor, ne oldu gülümsedin birden diyor... dordurma sevmediğimi de biliyor...hiç, diyorum... dordurma güzelmiş...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol