Yenilikler bulmak gerek, hiçbir zaman yeni kalamayacak yeni yenilikler… Mutlu olmaya gerek yok, bu sakil söylemleri bir kenara bırakmak gerek. Mutlu insan tüketemez!
Coğrafya, yeryüzünün hangi köşelerinin pazar, hangi köşelerinin çöplük olacağını saptamaya yarayan ilim dalıdır.
Sanat, tüketimi teşvik için var.
Müzik müşterinin uyuşması için.
İktisat bilimi, pazar payının çetelesini tutmak için gerekli.
Din, belirli günlerde tüketimin arttırılmasını teşvik eden ritüeller zinciri.
Biz daha fazla satalım diye aşık oluyor insanlar; daha fazla satmamız için savaşlar çıkıyor, dünyanın dört köşesi yanıyor, her dakika bir yerlerde adını bilmediğimiz çocukların babaları ölüyor, annelerinin onurları kırılıyor. Ölenler yerini yeni müşterilerimiz olmaya aday başka çocuklara bırakıyor. İyi birer Homo-consummatus olmazlarsa onlar da ölecekler.
Onlara nasıl tüketeceklerini öğretmekten başka bir işlevi olmayan televizyonların başına kilitlenip kalmalılar. Daha güzel kızlar ve daha yakışıklı erkekler onlara tüketimin nasıl olacağını öğretmeli. Bütün öğretmenler genç olmalı. İsa da otuz üç yaşındaydı. Yaşlılar yeterince tüketemez, o halde yaşlıların olmadığı bir dünya kurmalı. Yaşlılar mabetlere çekilsin, bakımevlerine, huzur evlerine tıkılsın. Bize tutkuları susmayacak gençler lazım. Tutkuları bizim yerimize onları kamçılayacak, ‘daha fazla tüket!’ diye emredecek. Terleyip, kan döküp kazanmalı insanlar ve daha çok satın almalı, daha çok tüketmeli, daha çok satın almalı… en son kendilerini tüketeceklerini asla fark etmemeliler.
2- devran, değişim, dönüşüm
Bütün teolojik kaynaklar Adem’e secde etmeyi reddeden Şeytanın varlığını kabul ediyor. Onun bu başkaldırısı, dini mitolojide ayrıntılarıyla anlatılıyor. Son semavi kitap, şeytanın lanetlenmesine yol açan repliği bütün sadeliğiyle dile getiriyor: ‘Senin kullarından kendi istediğimi mutlaka alacağım. Onları saptıracağım ve boş heveslerle, özlemlerle dolduracağım; ben onlara emredeceğim, onlar da develerin kulaklarını kesecekler. Ve ben onlara emredeceğim, onlar Allah’ın mahlukatını ifsat edecekler!(2)
Şeytan da bilgisini tecrübeyle olgunlaştırıyor olmalı. Tüm dünyada mahlukatın ifsat edilmesini sağlamayı amaçlayan hiçbir metot kapitalizm kadar etkili olmamıştı. Şimdi şeytani bir pazarın ortasında Pavlov’un deneklerine döndü insanlık. Kendisine gösterileni alıyor, kendisine gösterileni tüketiyor, başkalarının istediklerini kahraman ediyor, başkalarının istediklerini alkışlıyor, yuhalıyor.
Tüketimin ölçüsü zaruretti bir zamanlar. Türk için ekmek nimetti, Çinli için pirinç, Arap için hurma, Rus için patates, Meksikalı için mısır. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın insan, nimet bildiğini öpüp başının üstüne koyuyordu, aziz biliyordu, kutsuyordu. Kanaat ettikçe kıymetleniyordu elimizdeki değerler, başkasıyla paylaştıkça hafifliyordu ruhumuz.
Öpüp başımızın üstüne koyduğumuz nimet gibi aziz bilirdik toprağı, tarımın ne kimyasalından ne organiğinden haberimiz vardı. Toprak ne verirse eyvallah derdik. Sahi eyvallah lafını da nasıl tükettik. İçi boş bir diş macun tüpünün üzerine yaldızlı harflerle yazılmış bir markaya döndü eyvallah. Hal hatır sorana eyvallah, övene eyvallah, sövene eyvallah.
Çelebilik bu riyakar kabulün adı oldu nicedir. Cebimizde banka kartları, parmak uçlarımızda ekstradan kimyasal katkılı sigaralarımız, sırtımızda ‘only dry cleaning’ kumaştan ceketlerimiz olduğu halde “eyvallah” diyoruz gelene gidene. Düne kadar tanrıyı doğrulayan bizler bugünlerde her şeyi doğrular olduk çelebice. Yukarıdaki manifestonun gönüllü muhataplarıyız. Şairlerimiz eyvallah diyor, yazarlarımız eyvallah, editörlerimiz eyvallah diyor, savaşçılarımız eyvallah. Çünkü hepimizin cebinde en az bir banka kartı var. Evlerimizin baş köşesinde de şeytanın sözcüsü televizyonlar… ve hepimiz masum Mesih’in akranıyız. Hepimiz otuz üç yaşındayız. Eyvallah!
2-an bu an…
Sinema fragmanları ve reklam jenerikleriyle kirlettiğimiz bir kavram da zaman. Şimdi başka türlü bir dönüş içinde yeryüzü. Saatler başka, yıllar başka. Bayramlar, kandiller, geceler başka. Özlemeyi unutturan görüntülü cep telefonlarımız, istemeyi unutturan kredi imkanlarımız, geçmişi unutturan fantastik sinemalarımız var.
Şeytanın manifestosuna uyduğumuzdan beri uykumuzun en derin yeri şafak saati. Akşam saatlerinde daha çok satın alıyoruz o günden beri. Bayramlarda, kandillerde, yortularda daha çok tüketiyoruz. Bir Brezilyalı pagan gibi karnavala çevirdik zamanın kutsal yüzünü. Af dilemek yerine eğleniyoruz nicedir. Başkalarıyla paylaşıyoruz coşkumuzu. Coşkudan başka paylaşılacak hiçbir şeyi tanımaz olduk. Daha çok tüketiyoruz. En az bizim kadar tüketme gücü olanların arasından seçiyoruz dostlarımızı. Tanrıya dair kanaatimiz de şu; hayatı bu kadar güzel kurguladığına göre ölümden sonrası da güzel olmalı. O halde bize bugünleri sağlayan kapitalizmin mabetleri olan mega marketlere gidip şükranlarımızı sunmak gerek. Daha iyi marka bir ürünün daha ucuza alınma imkanı her zaman var. Tıpkı her günahın tövbesi olduğu gibi. Tüketici kampanyaları kapitalizmin yortularından başka bir şey değil. Ne kadar çok taksitten yararlanırsak o kadar affa mahzar olacağız. Sadece kandil günleri vardı ecdadımızın; şimdi bize her gün florasan, her gün halojen, her gün lazer ışığı sağlayan kapitalizme şükürler olsun.
Zaman işte bu zaman ve hiçbir zaman olmadığı kadar ‘an kame kan !’(4)
************ ********* ********* ********* ********* ********* *****
1) Tüketen insan
2) Kuran 4/20
3) Luka İncili’nin Arapça metninden. “Az içki kalbi ferahlatır.”
4) Hazreti Ali’ye atfedilen “an bu andan ibarettir” anlamında bir söz.