Silivri Facebook
banner88

Kırım Kimleri Kırdı... ( Cihangir Davutoğlu)

Kimsenin kırıldığı yok… Kırım Anıları diye yazdım az okudunuz bu başlığı attım bakalım kaç kişinin ilgisini çekecek(!)

İkinci gün yine 07.30 kalktık ve kahvaltıdan sonra Sevestopol’a hareket ettik, seyahatte Midibüs kullanıyoruz ve gittiğimiz yerler birbirine 80-90 kilometre, trafik ve yollar çok rahat, eski araçlar olduğu gibi lüks jeepler de az değil…

Panorama ziyareti var dediklerinde Sevestapol Kalesine çıkıp etrafı seyredeceğiz diye düşünmüştüm ama gittiğimiz yerde hayretler içinde kaldım… Girdiğimiz tarihi müze Fransız tasarımcı Franz Rubo ve ekibi tarafından 1905 yılında yapılmış… Muhteşem bir yapıt, Osmanlı, Fransız ve İngiliz donanmalarının birlikte Sevestapol körfezinden gelerek kaleyi topa tuttukları ve savaşa girdiklerini tasvir eden 40 metre derinliğinde 360 derece açılı bir yer…  Panoramadan çıktığımızda bir müddet sustuk kaldık daha sonra nasıl yapıldığını, ne kadar etkileyici ve savaşın korkunç yönlerini gösterdiğini konuştuk… Hatıra fotoğraflarının ardından düştük Yalta yollarına, bir saat sürdü yolculuk… Tabi yolda bir gece önce uyumayanların horlamaları, aracın içinde acemi müzisyenlerin resitaline dönmüştü…

Yalta Meydanı’nda bir saat mola verildi ve gezmeye başladık ama guruplar halinde… Bizim gurubun şansı (şansızlığı) Kaymakam Bey’in olmasıydı… “Biraz yürüyelim şu ileriye doğru” komutuyla, önce bir kilometre sonra ne kadar gittiğimizi anlamadan uzun bir yürüyüş yaptık, yorgunluk, uykusuzluk üzerine bir de bu yürüyüş üzerine dökülmeye başladık ama öyle bir yer gördük ki bizim guruptan başkası göremedi… Osmanlıdan kalma bir saray yavrusu, belli ki orijinalliği korunarak restore edilmiş. Önünde çekilen fotoğraflar ve geri dönüş, normal yürüsek bir şey olmayacak ama Kaymakam Bey'in "geride kalan tatlı ısmarlar" sözü üzerine bir koşmadığımız kaldı.

Livadiya Sarayı diğer durağımız, 1945 yılında Stalin, Churchill ve Roosevelt’in bir araya gelip dünya haritasını yeniden çizdikleri yer… Yine fotoğraf çekimleri ve yola devam…

1853-1856 yılları arasında şehit düşen Türk Askeri adına dikilen anıtı ziyaret ettikten sonra yine yolculuk ve Simferepol’e dönüş herkes iyice acıkmış, yorgun ve bitkin ama akşam yemeği kalkan olunca hepimiz canlanıyoruz, kalkanlar yetmedi et yemekleri havada uçuşuyor…

Ertesi gün S.İ.S Okulunda kahvaltı ve Simferepol Belediye Başkanı Viktor Ageev ziyareti… Ageev genellikle asık suratlı, zar zor birkaç kez gülümsedi Başkan Işıklar’ın ambalaj sanayi kurulması teklifini bir türlü anlayamadı, cola kutusu tarif edildi de Da! Da! Dedi… Bu ziyaretleri fazla uzatmadan yazıyorum çünkü haberlerde zaten okuyorsunuz…

Rusya’nın ünlü Pravda Gazetesi’ne geldi sıra, anlamı gerçek demekmiş ve savaş zamanında 50 milyon adet basılıyormuş, bu gazete aynı isimle bölgesel olarak yine basılıyor… Kırım’da iki yıl öncesine kadar 350 bin tirajı varken şimdi 35-40 bin adet basılıyormuş. İlhan Uygun yanında getirdiği bir plaketi Silivrili emekçi gazeteciler adına gazete sahibine vermemi isteyince kıramadım ve şu konuşmayı yaptım “ önce kartımı takdim edeyim, Gazetenizin tirajını düşüren sebeplerin başında gelen internet gazeteciliği yapıyorum (gülüşmeler) bu plaketi Silivri’de emekçi gazeteciler adına vermek istiyorum” dedim “burada internet gazetesi yok” itirazlarına karşıdan cevap gecikmedi… “Evet internet gazeteleri var ayrıca televizyon bizi çok etkiledi.” Uygun’da plaketini verdi ve güzel bir sohbet başladı meğer gazetenin imtiyaz sahibi Mihail Baharev Antalya’ya gelmiş ve Türkiye’yi iyi tanıyor… Duvarda asılı bir yağlı boya resmi gösterdi silahlar, kurşunlar, somun ekmek ve Kırım Gazetesi savaşın vazgeçilmezleri olarak tasvir edilmiş.

Kırım Üniversitesine geçtik Rektör Fevzi Yakubov bizi dış kapıda karşıladı, bahçedeki anıt ve diğer hitabeleri uzun uzun anlatmaya başladı… Eyvah! Dedim, dışarıda bu kadar anlatırsa içeride neler olacak, en iyisi dışarıda dudak tiryakiliğimi gidereyim… Üniversite bahçesine üstü kapalı yanları kısmen açık sigara içme alanı yapmışlar, içeride kız ağırlıklı 10 civarı talebe var, gittim yanlarına… Stalin, trupka diye aralarında konuşuyorlar, benden bahsettikleri kesin Azerbaycan seyahatlerimden biliyorum trupka pipo demek, Stalin’de ağzından pipoyu düşürmezdi… İçinizde İngilizce ve/veya Almanca konuşan var mı? Diye sordum, iki talebe İngiliz dilinde okuyorlarmış, biz tabi bir sardırdık… İçeriden şimdi çıkar diye beklediğim biri var ama O biraz gecikti… Bir başladım anlatmaya, İstanbul’un nüfusundan ekonomiye, araç sayısından yaşam tarzına kadar… Aradan uzun zaman geçti gençler yavaş yavaş gitmeye başladılar o anda beklediğim kapıda göründü… Sigaraya dayanamayan Yılmaz Kandemir, dün sık sık beraber olduğumuz diye yazdığım kişi…

Şu! Kırım’ın en sıra dışı kişisini de yazayım sonra biraz özellere gireriz… Kırım Özerk Cumhuriyeti Parlamento Başkan Yardımcısı, Kırım Tatar Meclisi Başkanı, Kırım Tatar Halkı Milli Önderi Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu… Parlamentoda yaptığı konuşmalarla başı derde giren hapse girip çıkan bir lider… Biz yanındayken bile “bu topraklar bize atalarımızdan kaldı, ne işi var Ukrayna’nın terk etsinler topraklarımızı”” diyen, Başbakan Erdoğan’ın ziyaret ettiği, yapılan bir kiliseden daha büyük cami yaptırmak için mücadele eden birisi Kırımoğlu…

Gelelim yazdıklarımın dışında gözlemlerime, Tülay Sinkıl daha önce tanıdığım çok takdir ettiğim ve kişilik sahibi, bir kez daha uyumuyla seyahatimizin gözbebeği oldu… Seyahatten önce fazla tanımadığım Seval Fildiş Çolakoğlu gurubun adeta asil, uyumlu ve pozitif enerjisiyle etrafına ışık saçan kraliçesiydi…

Mesleğimizi elimizden alan Rafet Keskin Tayland’dan aldığı profesyonel fotoğraf makinesini konuşturdu… Bugün fotoğrafların var elimde akşam göndereceğim deyip şu saate kadar göndermeyişi de gazeteciliğe çabuk alıştığını gösteriyor(!) Taylan Memiş’in bende yeri çok ayrı… yine çok uyumlu ve sevecendi…
Şenel Yıldırım bir ara yanıma yanaştı “sana önceden çok kızıyordum ama arkadaşlar anlattıkça seni tanıdıkça sevmeye başladım” Aşıklar Tepesi’ne kaya döktüğü için yaptığım haberden dolayı 3.000 TL ceza yediğini biliyordum, “ 3.000 TL değil, Büyükşehir dahil toplam kesilen ceza 17.000 Tl oldu” dedi ama kendisini biraz savunduktan sonra haklıydın demeyi ihmal etmedi… İçi dışı bir insan aklından geçeni söylüyor, içimizde en çok yorulan ve uykusuz kalan vücudu son gün artık iflas noktasına geldi…
Nazif Konuk’un askerde pipolu bir albayı varmış, taktı mı bana albay lakabını, albayım aşağı albayım yukarı, güzel insan, sevgili dost…

Tüm seyahat anılarımı daha uzun uzun yazmak isterdim ama bu kadar yeter diye düşünüyorum… Diğer ekip arkadaşlarımla beraber çok verimli ve uyumlu üç gün geçirdik, hepsine teşekkür ederim…

Ha! Şu beni gece yarıları uyutmayanlarımı soruyorsunuz, bırakın onlarda bende kalsın.
Sevgilerimle.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol