Silivri Facebook
banner88

Örnek insan ve doğru hizmet

Özellikle iş arayan ‘nitelikli’ gençlerimize ve herhangi bir işte çalışıp da ‘memnun olmayanlara’ adeta ders niteliğindeki bu yazıyı kesip saklamalarını öneriyorum. Belki bizim yaptığımız hataları çocuklarımızın yapmaması için (bir nebze olsun) faydası dokunur diye!

GARCİA’ YA MEKTUP

1904 Rus – Japon harbinden önceydi. Amerikan gazetelerinin birinde ‘Garcia’ya götürülecek mektup’ başlıklı bir yazı çıktı, yazan tanınmamış bir muhabirdi. Fakat bu kısa yazının anlattığı gerçekler, yüzlerce kitapla anlatılandan daha derin, daha özlü idi. Yazı tesadüfen Çarlık Rusya’sının Demiryolları Nazırı’nın eline geçti. Nazır, bütün memurlarının bu yazının kopyasını yanlarında taşımasını sağladı. O sırada Rus – Japon savaşı başladı. Japonlar esir ettikleri Rus Demiryolları mensuplarının hepsinin üzerinde bu yazıyı görerek meraka düştüler. Japon Maarif Nezareti bu yazıyı inceledikten sonra birer nüshasının bütün Japon yurttaşlarının okuyup yanlarında taşımalarını emretti. Bu yazı şimdi Birleşik Amerika’ da bütün Kara ve Deniz Kuvvetleri Mensuplarına ve izcilere verilmektedir. Bu bir gelenek olmuştur.
Amerika kurtuluş savaşı’nın bir safhasında İspanya Sömürge Ordusu’ nu tecrit edebilmek için Kübalı General Garcia’ nın ordusuna bir mektup göndermek icap etti. Cumhurbaşkanı Mc Kinley, General Garcia’ ya bir mektup yazdı. Mektubun süratle yerine ulaşması gerekiyordu. Başkomutanlık karargahında Garcia hakkında bilgi yoktu. Neredeydi? Nasıl gidilirdi? Hepsi meçhuldü.
Mektubu götürmeye Teğmen Rowan görevlendirildi. Teğmen Rowan mektubu aldı, torbasına koydu, gitti, döndü, tekmilini verdi. Garcia talimata uyacaktı.
Teğmen Rowan mektubu alınca:’Bu Garcia da kimdir?, Nerede bulunuyor?, Oraya nasıl gidilir?, Atla mı trenle mi gidilir?, Harcırahımı kim verecek?, Arkadaşım Thomas ata daha iyi biner, onu gönderseniz daha iyi olmazmıydı?, Eşim biraz rahatsız, hem bu hafta izin sırasındaydım’ demedi.
Benim burada anlatmak istediğim, Teğmen Rowan’ ın dört gün sonra Küba kıyılarına ulaşmasının, ormanlara dalarak üç haftalık bir seyahati yaya olarak tamamlamasının, dağlarda ve ormanlarda Garcia’ yı bulmasının, hikayesi değildir. Burada anlatmak istediğim husus, bu adamın kişiliğinin her okula örnek insan modeli olarak tanıtılmasının gerekliliğidir. Dünya’ nın her yerinde, Allah’ ın her günü milyonlarca yöneticinin Garcia’ ya gönderecek mektubu vardır. Öte yandan gençlerin muhtaç oldukları bilgiler sadece bir dizi teoriler değildir. Kendilerinden istenilen vazifeleri kendi iradeleri ile sonuçlandırma idrakine ve eğitimine de sahip olmalarıdır. Bugün en çok muhtaç olduğumuz budur. Hizmette fertlerin ilgisizliği ve bilgisizliği, toplumları ve örgütleri felç eder. Hizmetin çarkı dönerken, çarkın her dişlisinin her defasında yeni baştan bilenmesi için zaman yoktur. Yeniden eğitim yapmak gerekir. Öte yandan hizmet devamlı akmaktadır ve sürekli işlerlik içinde olmak zorundadır. Çarkın bir dişi kendi işini hiçbir nedenle durdurmaya yetkili değildir. Bu takdirde hizmet durur.

Bir defasında her yönetici öylesine meşgul iken odama giren memur bana:
        ‘-Efendim, siz birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan birini bir derece terfi ettirdiniz… Yaş ve kıdem bakımından aramızda hiçbir fark yok öğrenimimizde aynı. O benden daha yakışıklı da değil. Böyle olduğu halde beni hala terfi ettirmiyorsunuz’ dedi.
         Ben ise dalgınlık halinde mırıldandım.
         ‘-Sokakta gürültü var. Duyuyormusunuz? Nedir acaba?’
         ‘-Gidip sorayım efendim’ diyen memur can sıkıntısı ile cevap verdi. Biraz sonra döndü.
         ‘-Bir arabaymış efendim…’
         ‘-Yükü neymiş’ diye sordum.
         ‘-Gidip bakayım efendim.’
         Biraz sonra döndü.
         ‘-Çuvallarda çimento varmış efendim…’
         ‘-Nereye gidiyormuş bu araba?’
         ‘-Gidip bakayım efendim.’
         ‘-X ve Y İnşaat Şirketi’nin merkez şantiyesine gidiyormuş efendim…’
         ‘-Çok güzel’ dedim. ‘-Şimdi bana terfi eden arkadaşınızı çağırırmısınız lütfen? Hani haksız yere terfi eden arkadaşınızı.’
          Beriki geldi. Ben mırıldandım :
         ‘-Sokakta bir takım gürültüler oluyor nedir acaba?’
         ‘-Gidip bakayım efendim.’
          Döndüğü zaman şöyle cevap verdi :
         ‘-Kırk çuval Portland çimentosu yüklü araba. Çimentoların menşei New Orleans X ve Y İnşaat şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş. Uluslar arası ulaşıma ait bir kamyon çuvallarını istasyondan almış. Çuvallardan biri yolda patladığı için şimdi bunun yerini değiştirmeye çalışıyorlar.’

Bu iki örnekten bir takım sonuçlar çıkarmak için bir takım yorumlar yapmaya hiç gerek yok. Dünyayı dolduran özel müesseselerle resmi dairelerdeki bütün memurları kendime düşman etmek niyetinde değilim. Bunlar belirli bir öğrenim döneminden sonra bir masanın başına kurularak hiçbir iş yapmadan devlet baba hesabına geçinip gitmeyi meşru bir hak saymakla zaten meşru olmayan bir iş yapmış olmuyorlar mı? Sabahtan akşama kadar sigara tüttürmek, vergi yolu ile kendilerini besleyen halkı hırpalamak, sadist bir zevk uğruna en basit işlemleri bile karmakarışık etmek, baştan savmak, istedikleri bir müracaatçıyı masadan masaya dolaştırmak. Masadan masaya dolaşarak ‘Bugün git yarın gel’ teranesiyle hedefinden iyice uzaklaşan evrakı arşivin küflü derinliklerine gömmek. Ay sonunda alacakları paraya karşılık gördükleri iş bu ise şayet, hiç zahmet buyurmasınlar…Millet parası onlara helal olmayacaktır.
Klemenso’ nun şu meşhur sözü ne kadar güzel. ‘ Bakanlık geç gelenlerle erken gidenlerin karşılaştığı yerdir’ demiş. Bakanlığı süresince de garip olaylara şahit olmuş ki bir çok vecize değerinde de sözler söylemiş.
1906 yılında bir gün aklına esmiş. Emrindeki memurların durumunu şöyle bir yakından görmek istemiş. Odalardan birine girmiş, kimse yok… İkincisine girmiş bomboş…Üçüncü odada bir memur varmış…O da uyuyormuş.

          Yanında bulunan daire müdürüne dönmüş:
          ‘-Sakın uyandırmayın, yoksa o da çekip gider.’
           İşte böyle, uzun söze ve uzun izaha benim de sizin de vaktiniz yoktur. İnsanlığın Garcia’ ya mektup götürecek teğmenlere ihtiyacı çoktur.
           Not:  Bu yazı Sabah gazetesinden Hıncal Uluç’un 18/09/1993 tarihli köşe yazısından alınmıştır.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol