Silivri Facebook
banner88

GERÇEK BU! ONDAN ÖTESİ SİZİN YORUMUNUZ.

Ne gördüğümüz doğru, ne bildiğimiz. Hepsi, bizim görmek istediklerimiz. Eğer her şeyi net, gerçek denilen gerçeklikte görebilmeyi becerebilseydik eğer, insanoğlu olarak ACI nedir ? bilemezdik sanırım.

Bildiğimizi düşündüğümüz, gördüğümüzü sandığımız; bu DOĞRU, bu YANLIŞ dediğimiz anda başlar gerçek yanlışlarımız.

Geçen gün defterlerimi karıştırırken, bir seminerde almış olduğum bir not üzerine düşündüm. Ve dedim ki ; ‘’eğer oturduğun evdeki cam bir tarafa bakıyorsa onun göstermiş olduğu manzara dışında bir yer göremezsin. Lakin tüm çevreyi görmek istiyorsan evinin dört bir yanının camdan, şeffaf olması gerekiyor ki tüm gerçek diyebileceğin şeyi tüm netliğiyle görebilesin. Peki bunu yapabilir misin?Hadi sen yaptın, yapamayanlara ne diyebilirsin.....’’ ( tabi bunuda herkes kendi düşüncesi ile algılayıp yorumlar şuan değil mi? )

İşte biz insanoğlu, baktığı taraftan görüp yapabilme meziyetimizle yaşar, yaşadıklarımızı kendi doğrumuz sayarız. Bu da yetmez, başkalarının da bizim doğrumuzu kabul etmesini bekleriz. Kabul etmeyince de ‘İYİ - KÖTÜ ‘’ , ‘’ DOĞRU - YANLIŞ ‘’ ,‘’ŞANSLI - ŞANSSIZ’’ diye etiketler koymaya bayılırız.

Peki.  Lafı çok fazla uzatmadan, çok sevdiğim öğretmenimin sevdiğim sözlerinden birini paylaşmak istiyorum bu yorumum üzerine.
 
NEYE göre, KİME göre ? ‘ ‘İYİ - KÖTÜ ‘’ , ‘’ DOĞRU - YANLIŞ ‘’ ,‘’ŞANSLI ve ŞANSSIZız’’.

Bakış açımızı değiştirdiğimiz ve tüm bu ikilemlerle barıştığımız, benliklerimizi yitirip bütün olduğumuz da huzur denen yere hep beraber varılacağını düşünüyorum.


Ve yine, her zamanki gibi bir hikaye ile sözlerime son veriyorum.

Sevgi, ışık ve dostluk bizlerle, yollarımız aydınlık olsun.

Burcu ERİM


Hikayemiz, ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer.Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış.

Efendim köyde bir yaşlı adam varmış.Çok fakir.Ama gelin görün ki koskococa imparator  bile onu kıskanırmış.Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki.

Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.

   - "Bu at, bir at değil benim için bir dost. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep.

   Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.Köylü ihtiyarın başına toplanmış,

   - "Seni ihtiyar bunak.Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.

   İhtiyar : - "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. Sadece "At kayıp" deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

  
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş.

   Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.

   - "Babalık" demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var."

   - "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar yine. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?."

   Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler.

   Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta  kalacakmış.Köylüler gene gelmisler ihtiyara.

   - "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.

   İhtiyar : - "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru.Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

   Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. İmparator son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çagırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

   Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, Şansmış meğer."

   - "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

   Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında:

   - "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Akıl insanı daima karara zorlar ve gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
          Lao Tzu

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol