BIR KİTAP
En son aşk ve deliliği kutsamıştık... Aşk ve delilik, aslında birbirleri ile içiçe iki kavram bence... Aşk için ne çok şiir, ne çok roman, ne çok hikaye yazılmıştır... Konusu aşk olan ne çok resim, ne çok tiyatro, ne çok film vardır... hele hele müzik, nerdeyse sadece aşk vardır orada diyeceğim geliyor... hayatın her alanına yayılmış, sanatın her alanına girmiş bir hal...
Bugün aşkı hatırlayalım diyorum ama daha önce, aşkı daha da iyi kavramak adına, içimizdeki doğu-batı paradoksuna bir göz atalım kısaca sonra da delilik üzerine konuşalım... En son okuduğum kitabın özeti gibi olacak yazacaklarım belki, ben ilk önce yazan olmadım bunları ama çokça düşündüm...
Kitabın yazarı Osho... Osho 1931-1990 yılları arasında yaşamış hintli bir bilge kişidir... Ölümü çok ilginç olmuş Osho’nun... Aykırı düşüncelerinden dolayı Hindistan’dan kovulmuş ve “özgürlükler ülkesi” Amerika’ya gitmiş ve orada özgürlüğün ne olmadığını anlamış, provakatör olduğu gerekçesiyle oradan da kovulmuş ve bir çok ülkeye girmeme cezası almış... Hatta; öldürüldüğü sanılmaktadır, nitekim; ölümünden iki sene önce, bir yerde, yavaş yavaş zehirlenmekte olduğunu yazmış ve öldüğünde de doktorlar gerçekten zehirlenerek öldüğünü tespit etmişler... Yazdığı kitaplar anlaşılır cinsten ve evrensel konuları içine alıyor... Bir yerde şöyle der Osho:
“sorunlar evrensel...
o halde çözümler de öyle olmalı...”
Kitabımızın adı: Aşk, Özgürlük, Tekbaşınalık
Konumuz asal olarak aşk ama Osho ölümü çok güzel tarif etmiş kitabın bir bölümünde, bu tanımla başlamak istiyorum yazıya, çünkü hayatın en büyük gerçeği ölüm bana göre... Şöyle demiş hintli bilge: “Nasıl fizikte yerçekimi varsa yaşamda da aynısı vardır. Bedensel ve ruhsal olarak belli bir olgunluğa erişip, belli bir evreye geldikten sonra, yani büyüme tamamlandıktan sonra; beden aşağıya toprağa doğru çekilmeye başlar. Toprağın altına girene dek sürer bu durum. Ama ruhun gelişmesi tam tersi yöndedir, beden aşağıya çekildikce ruh yukarı doğru yükselir ve sonunda tüm evrene yayılır, ölüm budur işte.”
Yazımın bundan sonrasına, Osho’nun ana fikirlerini esas alarak ama benim kelimelerimle, eklemelerimle ve düşüncelerimle devam edeceğim izninizle ve bir kaç bölümde size sunacağım:
Bu alemde iki türlü akıl vardır... Batı ve doğu aklı... batı aklı “bilgi” ile fazlasıyla meşguldur... Rasyonel beyinlere sahip batı, işte bu yüzden bilim adamları, düşünürler, mantıkçılar ve felsefeciler yetiştiriyor... Onların tek tutkuları bilgidir... Bilime dayanan batı aklı doğayı da mahveder, çünkü başka türlüsü imkansızdır... Tüm bilimsel gelişmeler, doğaya karşı şiddeti gerektirir...
Ama doğunun tutkusu “var olmak”dır.. Doğu bilmek ile fazla uğraşmaz... Onlar “ben kimim” derler... Doğu kendini, kendi ruhunu arar durur... Doğudaki amaç mantıklı bir bilgi edinmek değildir, ona dönüşene kadar kendi varoluşuna bürünmek ister, aslında bilmenin başka yolu olmadığını onlar iyi bilirler...
Örneğin; aşkı bilmenin tek yolu vardır: aşık olmak... aşık olmadan, aşk üzerine binlerce cümle kurabilirsin, bilimsel araştırmalar yapabilirsin ama faydası yoktur... İşte batı ile doğu arasındaki fark da budur... Batı, aşık olmadan aşkı bilmek için uğraşıp dururken, doğu aşık olur ve onu bilir... Batının bir aşk masalı vardır, Romeo ve Juljet; halbuki doğunun aşk masalları saymakla bitmez: Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı ve daha niceleri...
Bilim, batı aklının bir yan ürünüdür... Modern bilim; tutkudan arınmış, yabancılaşmış, izleyen, tarafsız ve ön yargılı olmayı gerektirir.. Bilim adamları bu tip insanlardır ve kişisel değildirler, duygularının esiri olmazlar, tutkularına yenilmezler... Tamam, bu şekilde maddeyi çok iyi tanırsın ama asla aklı ve ruhu çözemezsin, çünkü onlar bir nesne değildirler, bilimin konusu olamazlar...
Doğu zekası çok farklı bir yöndedir.. Bu, varolmanın yönüdür, kendi içimize olan bir yolculuktur.. Sonuç: Batı, “kendini tanı” derken; doğu, “kendin ol” der... Bu yüzden doğu aklı ve ruhu içini zenginleştirdi, dış dünyası fakir kaldı, batıda ise tam tersi oldu...
Önemli olan ikisinin sentezi belki de... Son yıllarda batı bunu yapmıyor değil ama herşeyi yine kendine uydurup maddi kazanç sağlamayı da ihmal etmiyor... Doğunun içsel zenginliğini alıp kendi ruhlarını zenginleştirmeye çalışmak adına doğuyu ziyaret ediyorlar, onlar gibi giyinip onlar gibi yiyip içiyorlar ama bu durum öyle bir hale geliyor ki, belki de çoğu zaman masumane başlayan bir çok girişim, batılının elinde maddeye ve paraya dönerek değerini ve gerçek anlamını yitiriyor... Ruhunu zenginleştirmek isteyen batılı, sonunda yine cebini zenginleştiriyor... Doğunun tüm zenginliğini alıp süsleyip püsleyip yine onlara geri satıyorlar ve ben bu yüzden hiç bir batılının yaptığı bu tip girişimleri, kursları, öğretileri vs vs doğal, masum ve samimi bulmuyorum, yapılanlar yalandan ve kandırmacadan öte gidemiyor asla ve üzerlerinde alabildiğince eğreti duruyor...
Doğunun en önemli özelliği metitasyon’dur, yani aklı ve düşünceyi devre dışı bırakma sanatı... Sana dışardan empoze edilmiş tüm düşünce ve değerleri, bir müddet için bile olsa, devre dışı bırakırsan, onların tamamen yok olduğu an sen devreye girersin ve kendini bilme prosesin başlar...
İkisinin sentezini en iyi şekilde biz doğulular yapacağız.. Gerektiğinde aklımızı kullanıp, gerektiğinde onu bir tarafa atabilmeyi başarabiliriz pekala...Yeri geldiğinde bir batılı kadar mantıklı ama yeri geldiğinde de bir doğulu kadar ruhani ve yürekten...