Silivri Facebook
banner88

İksir Şişemi Denize Attım...

Bugünkü yazım;  iki hafta önce başladığım ve geçen hafta da ikinci bölümünü yazdığım makalelerin bir devamı niteliğinde… Ve galiba bu konuda yazdığım son yazı olacak… Uzun zamandır benzer konularda yazıyorum, sanırım bundan sonrası kendimi tekrardan öte gitmeyecek… İşin eylem tarafını size bırakıyorum… Sizin isteginize ve kararınıza…  Evet, uzun zamandır, tüketmeyin deyip duruyorum kendi kendime… İnsanların alışkanlıklarından kopması çoğunlukla imkansız; öyle ki, bir çoğumuz sırf alışkanlıklarımızdan vazgeçememek adına mutsuz evliliklerimizi bile, cehennem benzeri bir hayata rağmen sürdürmekteyiz…

Alışkanlık çok acayip bir insanlık durumu… Alışkanlık sonucu hareketlere kolaylık gelir, tekrarlanan her davranış bir sonrakini kolaylaştırır, ana rahminde olduğu kadar rahat olur insan… Ama zihinde tembellik yaratır aynı zamanda da… Bir süre sonra öyle bir hale gelir ki kişi, hiç düşünmeden otomatik yaşamaya başlar, akıl devre dışı kalmıştır çoktan… Bu durumlarda yenilikler, değişiklikler korkutur insanı doğal olarak… Alışkanlıklarımız; ağırlıklarını ve hatta varlıklarını zamanla hiç farketmedemez hale geldiğimiz, ayaklarımıza kalın zincirlerle bağlanmış ağır demir prangalardır…

Shakespeare, Hamlet'te alışkanlığı bir canavar olarak tanımlamış...

Öyle çarpık bir zamanda yaşıyoruz ki,
namus, günahtan özür dilemek zorunda kalıyor.
Sende yoksa eğer biraz namus edin bir yerden, alışkanlık denen canavar.
Kötüyü seçmemize yarayan sezgileri şeytanca yer bitirir;
ama bir yandan da melek olur kimi zaman:
Iyi ve haklı davranışları sürdürdüğümüzde, öyle bir giysi verir ki bize,
kolayca geçiriveririz sırtımıza.
Bu gece uzak dur ondan;
göreceksin yarın daha kolaylaşacak sakınmak ve gitgide daha kolaylaşacak.
alışkanlık doğanın damgasını bile değiştirebilir;
öylesine güçlüdür ki,
şeytana barınak verebileceği gibi insanın içinde,
onu sürüp atabilir de dışarı.

İnsanoğlunun bu en büyük zaafı üzerine benim başka bir şey yazmama gerek yok, Shakespeare söylenecek olanın en şahanesini zaten söylemiş...

Yüzyılımızda, alışkanlıklarımızın esaretinde hapis olarak yaşıyoruz... Yaşamımızın her alanında hem de;  düşüncede, inançta, davranışta, ilişkilerimizde ve hatta sevgilerimizde bile...

Şimdi ben ne yapıyorum?  Bu alışkanlıklarınızı terkedin, diyorum çok uzun zamandır... Diyorum ki, ruhunuzu özgürleştirin... Sistemin bizi hapsettiği hücreden çıkın... Koparın iplerinizi ve zincirlerinizi... Özünüze, gerçek benliğinize dönün...  Bunu yapmanın bir yolu var diyorum, sadece bir tek yolu var... Sistemin sahiplerinin beyinlerimizi, ruhlarımızı ve bedenimizi yönetmesine izin vermeyin ve onların ürettiklerini tüketmeyin, ihtiyacınız kadarını tüketin... ihtiyaçlarınızı minimuma indirin... Tepemizde bizi sömüren canavarı ancak böyle yenebiliriz, diyorum... Onu aç bıraktığımız oranda huzura kavuşabiliriz..  Sahip olma duygunuzdan kurtulun, diyorum ek olarak, tüketmemenin temelinde yatan bu duyguyu köreltin... En azla yetinin yaşamda... Bir gömlek bir hırka yetebilsin...Ve diyorum ki; mutsuzluluğumuz, sahip olduklarımızın sayısıyla orantılı olarak artar.. Nesnelerin sıkıntlarını bizler taşırız…
 
Dünyamızı ve dolayısıyla bizi mahveden, kapkaranlık bir geleceğe sürükleyen teknolojiyi rededin diyorum bir de… Ama hayatımızı kolaylaştıran her türlü alışkanlıktan ve makineleşmeden kurtulamak hiç kolay değil, hatta imkansız galiba…

Geçen yazımdan sonra tanıdık ve tanımadık bir çok kişiden mektup aldım… Öncelikle, ilgilendikleri ve de üşenmeden yazdıkları için teşekkür ediyorum… Ama bu mektupların hepsi de, tüketimi azaltmak ve de teknolojinin nimetlerini redederek daha sade bir hayata geçme konusundaki fikirlerime şiddetle karşı çıkmaktalar… Sonunda; düşündüklerimin bir ütopya olduğuna ve hayalden öte gidemeyeceğine karar verdim…  Alışkanlıkların verdigi dayanılmaz rahatlığı yenmek mümkün değil, buna karşı çıkmak imkansız adeta…

Daha güzel bir dünya adına benim umudum tükenmekte yavaş yavaş… Şimdiye kadar yazdıklarımı bir şişeye koyuyorum ve uçsuz bucaksız bir denizin masmavi berrak sularına bırakıyorum… belki birileri bulur günün birinde ve açar şişenin kapağını, içindeki iksirden bir yudum içer...  Ben o iksirden içtim ve bunun geri dönüşü artık yok benim için, asla düşündüklerimden vazgeçmeyeceğim…

Tüketimimi kendimce en aza indirdim bile… Hiç bir şeye sahip olmak istemiyorum, bu duygumu her geçen gün törpülemeye gayret ediyorum… Şehirlerin korkunç yaşantısını bırakıp uzak bir köşede yaşayacağım günlerin hayalini kuruyorum… Kendi unumu kendim öğütüp , kendi ekmeğimi yapacağım… İnanıyorum ki, böyle yaşarsam doktora bile asla ihtiyacım olmayacak ölene kadar…

Bambaşka bir dünyaya, boyuta sıçrayıp geçeceğim… Ayaklarımdaki alışkanlık prangalarının zincirlerinden kurtulacağım…Bu ataletten ve miskinlikten kendimi kurtaracağım..  Bunu yapmak mümkün ve böyle bir dünya var, öte bir diyar, daha insanca bir yaşam… Hayallerimin peşinden gideceğim tüm inancımla ve gücümle…Her şey çok güzel olacak benim kendi dünyamda…

Bir insanın yaşayabileceği en büyük pişmanlık, ömrünün sonuna vardığında rüyalarını yaşamamış olduğunu görmektir.
Koza Kelebeği Bilmez - Robin Sharma

 

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol