Silivri Facebook
banner88

SANATIN  DÜNYASI  (2)

Tarkovski’nin filmine devam ediyoruz bu hafta da…
Postacı Otto karşı duvardaki resmi gösterip soruyor: “Bu kimin? Ne kadar ürkütücü bir tablo“
“Leonardo’nun ‚3 kralın tapınışı‘ adlı tablosu“
“Leonardo beni korkutmuştur hep, uğursuz bir tablo bu“
Tam bu sırada televizyonda başkan ulusa sesleniyor ve nükleer savaşın başladığını ilan ediyor… Üçüncü dünya savaşı… Büyük kaos ve belki de bunun ardından geleceği planlanan büyük ve tek dünya düzeni!
Leonardo da Vinci’nin simgesel kullanılışı, Tarkovski’nin sistem hakkındaki düşüncelerinin bana hiç uzak olmadığının işareti… Bilindiği gibi tarihte ve halıhazırda yaşanan bir çok olayın resmi tarih dılına çıkılarak yapılan açıklamaları ‚komplo teorisi‘ olarak sunularak hafifletilmeye çalışılıyor ve bir çok olayın arkasında bulunan, başta Illuminati olmak üzere gizli örgütler ve kuruluşlar bilinçli olarak göz ardı ediliyorlar… 19. Yüzyılda İlluminati’ye katılan Hegel’in tez-antitez kuramı bizi şimdiki yeni dünya düzenine götürmektedir… Kapitalizm, sosyalizm, yeni ve tek dünya düzeni vs vs…Bunlar, resmi tarihin dışına çıkılarak araştırıldığında, bir çok gizli örgütle karşılaşmak olası ve bilindiği gibi Leonardo da Vinci de, zamanında masonların en üst derecelerinde görev yapmış birisi…
Texe Marrs adlı bir yazar, İlluminati ile ilgili yayınladığı kitapta ilginç iddialar ileri sürmüş… Yazara göre; dünya, kendilerini ‚bilge‘ ilan eden 10 kişi tarafından yönetiliyor ve bunların alt kadrosu da tam 300 kişi ve de bunlar başta Fransa, İngiltere ve Almanya olmak üzere avrupanın belli başlı ülkelerinden… Bir zamanlar bizim bir politikacımız konuşmalarında sürekli 300‘ler meclisinden bahsederdi, belki hatırlayanınız vardır… İlluminatinin istediği şey sadece kaostur ve onlar dünyada kaos yaratarak buradan kendi düzenlerini çıkarmayı planlarlar… Tüm yaşananlara bir de bu gözle bakmakta yarar yok mu sizce de? Ateş olmayan yerden duman çıkmaz deyip herşeyden şüphe duymak gerektiğine inananlardanım…
Tarkovski’nin dünyasında çıkan ücüncü dünya savaşı nükleer bir savaştır ve herşeyi yok edecektir ve Alex tanrıya yalvarır, bunun hiç olmamasını diler, geri dönüş için kendini ve ailesini tanrıya sunar, insanlık için kendini kurban eder…
“Yüce Tanrım, bu korkunç zamanda hepimizi koru, çocuklarımın ölmesine izin verme. Bu en son savaş ve savaşların en korkuncu. Bu savaştan geriye ne yenen ne de yenilen kalacak. Şehirler, kasabalar, ağaçlar, otlar, kuyulardaki sular, göklerdeki kuşlar yok olacak. Beni hayata bağlayan her şeyden vazgeçmeye razıyım, oğlumdan bile. Yeter ki sen, her şeyi eskisi gibi yap. Tanrım, bana yardım et! “
Ölüm ve yok oluşun yaklaşmasıyla insanlarda sorgulama başlar, Alexander’ın karısının içsel sorgulaması aslında bir teslimiyettir:
“Ah tanrım, neden herşeyin hep tam tersini yapıyoruz? Bir adam sevmiştim ama gittim bir başkasıyla evlendim. Neden peki?  Hep hayata direndim, hayatım boyunca savaştım ve hep kendimi savundum. Hayatın verdikleriyle yetinmedim. İçimdeki ben hep ‚kendini bırakma‘ diyordu, teslim olma, teslimiyet ölümdür. Ah allahım biz ne kadar aptal yaratıklarız. “
Alex ve karısının ilişkisi bana annemle babamı anımsattılar film boyunca… Sevgiyi arayan ama bulamayan ve de sevgisiz bir dünyada acılar çeken bir adam...  Ve diğer tarafta sevilen ama sevmeyen; aradığı maddi güvence ve düzenin bizlere pazarladığı mutluluğu gerçek sanan kadın…madde ve ruhun çatısması… İki mutsuz insan, iki çaresiz ruh, yaşanmamış hayatlar…
Teknolojinin yardımıyla insanoğlunun dünyayı nasıl çirkinleştirdiğini, doğal halimizden nasıl uzaklaşıp robotlaştığımızı da yine Alex’in ağzından dinleyelim:
“Annem küçük bir bahçenin içindeki küçük bir kulübede oturuyordu, bahçe bakımsızdı, heryeri otlar kaplamıştı, çiçekler karmakarılıktı. Annem hastaydı ve yataktan kalkamıyordu, sadece pencereden bahçeyi seyrederdi. Ona iyi gelir düşüncesiyle bahçeyi düzeltmeye karar verdim. Elime kazma kürek aldım ve toprrağı kazmaya başladım. Kazdım kazdım, başka çiçekler ektim, tüm bahçeyi elden geçirdim ve sonunda iş bitince tıpkı annem gibi pencereden bahçeyi baktım. Ama o eski güzellik yok olmuştu, bahçenin tüm doğallığı gitmişti. Ben o bahçede sadece şiddeti gördüm. “
Aklıma avrupadaki şehirler geliyor, öncelikle Viyana… Düzenli ve aynı aralıklarla dizilmiş çiçekler, köşeli şekillendirilerek kesilmiş ağaçlar.. Her şey santim santim hesaplı, doğal hiç bir şey kalmamiş adeta… Modern hayat!
Ve Alex Maria’nın peşine takılıyor, ondan sevgi dileniyor: “Beni sev, sadece sev, bizi kurtar, sevgi ile kurtulacağız“

Ve ben devam ediyorum dudaklarımda bir şarkıyla:

“Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey“
Alexander sonunda, Maria’nın sevgisiyle ruhunu huzura kavuşturunca, tanrıya verdiği sözü yerine getiriyor ve evini yakıyor… Onu alıp götürüyorlar, kendi gibi aykırı olanların yanına…

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol