Silivri Facebook
banner88

Silivri'nin En Usta Tavlacısı
 
Yok diyorlar.
 
Tam bir hafta oldu ben tavladaki iddiamdan vazgeçtim. Silivri’nin en büyük tavla üstadı ben değilim, o unvanı geçen hafta Kadir Baran benden aldı.
 
Efendim hadise şöyle gelişti;
 
Geçen hafta akşamüzeri telefon etti muhterem. Her zaman olduğu gibi bağıra çağıra hal hatır edip beni tavla oynamaya davet etti. Bu hususta meydan okumaya gelemem ya kabul ettim, apar topar giyinip çıktım dışarı.
 
Kendisine pek ziyade hürmetim vardır, Allah ömür versin o da bendesine pek muhabbet gösterir. Lakin evvelce tavla müsabakası yapmışlığımız yok idi. Sadece uzaktan uzağa birbirimizin namını duymuş idik o kadar.
 
Buluştuk, beraber Yavuz’un oraya gidip tahta masalardan birine oturduk. Daha zarlara el uzatmadan kendisini ikaz ettim.
 
Muhterem, bendeniz tavla oynar iken Bektaşi meşrepliği bir kenara bırakıyorum. Elime, dilime ve belime hakim olamıyorum. Zatı alinizin huzurunda terbiyesizlik etmekten çekinirim. O bakımdan şimdiden bu üç uzvumdan sadır olabilecek her türlü kusuru affetmenizi rica ederim, dedim.
Büyük bir nezakatle af dileğimi kabul buyurup haddi aşan her tavrıma icazet verdi.
 
Pekiyi hangi memleketin usulüne göre oynayacağız ? dedim.
 
Bakakaldı yüzüme. Belli ki Kuleli lisesinde tavla sanatı okutulurken dersi asmış…
 
Yahu şaşıracak bir şey yok. Tavlada dört makam vardır.
Antep usulü, İstanbul usulü, Çerkes usulü, Arnavut usulü, dedim.
Canı sıkıldı, akşam akşam beni çağırdığına pişman olduğu belli idi. Ses etmedi.
 
-Pekiyi, dedim. Şahitler nerede?
-Ne şahidi yahu?
-Dört şahit hazır olmadan zar sallamam. Üçü, zatıalinizden yana olup akıl verecek, dördüncüsü tahta masanın üzerine benim yerime çentik çizecek dedim.
 
Oflaya puflaya bizim Hilmi Beyi aradı.
-Yahu Hilmi Bey, bu adam bana musallat oldu, tavla oynayacağız, gel de şahitlik yap dedi.
Hilmi Bey balığa çıkmış, gelmedi.
 
İyi günümdeydim şahitsiz oynamaya da pekiyi dedim. Bir kağıt parçasının üzerine skor yazıp altını imzalamaya karar verdik.
Atıştık, ilk zarım şeş geldi, ben başladım. O dakika otobanda hız yapan şoförler misali canavar kesildim.
 
Dedim ona ki;
-Eskidenmiş büyüğe hürmet muhterem. Tavlada büyük küçük dinlemem. Sen misin beni bilmeyip karşıma çıkmaya yeltenen, al sana düşeş…
Tabii o da tavlacının kurdu… Karşısındaki rakibin kolay lokma olmadığını anlamış olacak ki, ilk eli temkinli oynadı. Hürmeti elden bırakmamak için had safhada gayret gösterdim ama on beş hamle sonra “Oyun” dedi. “olsun” dedim.
İkinci el de aynı şekilde bitti, muhteremin yüzü asılıverdi. Baktım hatırı kırılacak, pürüzlük olsun kabilinden hamleler ettim. Kırılmayacak yerde kırdım, sallanmayacak yerde salladım, nafile. Üçüncü eli de alamadı.
 
Hilmi Beye telefon ettim. “Balıktan çabuk dön, olacaklardan ben mesul değilim” dedim.
Edemedim bizim Kaan Göktaş geldi aklıma. O da kaç gündür küs ya bana. Neymiş efendim, geçen haftaki yazıda Mavi Kasaba’nın delilerini sayarken niçin onun adını zikretmemişim.
 
-Kaancığım, durum bildiğin gibi değil, dedim. Sana fevkalade bir haber, Kadir Bey sıfır, ben üç… Üstad tavlada perişan oldu. Yarın gazetede manşetten geç…
-Olur abim, dedi.
Kaldığımız yerden yenmeye devam ettim. Tabii bu arada bende ukalalığın bini bir para.
Açığı var zar atacağım,
 
-Üstad kalp rahatsızlığınız varsa atmayayım, diyorum.
Kapıları kapadım oynayamıyor,
-Üstad global ekonomik kriz sizi de sarstı, yatırım hamlesine edeceksiniz sıra gelmiyor diyorum.
Tek açık kapıya pul koymaya çalışıyor,
-Üstad gelmedi diye üzülme, gelir, Hulusiciğim dediydi dersin, diyorum.
Zar atıyor, nasıl hamle edeceğini düşünüyor,
-Garson çocuğu çağırıp soralım diyorum.
Üstadın morali fevkalade bozuk. Her halinden belli ki ben bu delinin eline nereden düştüm diye hayıflanıyor. Gözü sürekli gelip geçende. Tanıdık biri gelse de o bahaneyle bitiriversek diyor.
Beşinci oyun, bizim üstad kurt kapanına girmiş, dubara’dan gayrı ne atarsam atayım kırıyorum ve mars oluyor.
-İstersen atmayayım, diyorum.
Kravatını gevşetiyor,
-At canım, ne olacak, diyor.
-Bak sekte-i kalp falan… sonra Silivri’den kovarlar beni, sebebin olurum.
-Hiç bir şey olmaz… at bakalım…
-Pekiyi günah benden gitti, diyorum ve sallıyorum zarları. Kavat boynuzundan yapılmış küpler fıldır fıldır dönüyor. Üstad terliyor, derken sükunet… bakıyorum car ü dü…
-Dubara, deyip alıyor zarları.
-Yahu üstad ne dubarası, car ü dü…
-Hayır efendim dubara oynayacaksın.
Yahu insaf… dubara nerde car ü dü nerde.
Yok… Nuh diyor peygamber demiyor muhterem. “Yahu ver yeniden atayım,” diyorum. “Bana itimat etmiyor musun?” diyor.
“ Estağfirullah hani yaşınızın altmış dokuz olduğunu ikrar etmiştiniz ya, belki yaş haddinden yanlış görmüşsünüzdür,” diyorum. “Halt etme” diyor.
Şahit yok, kamera yok.
Olmaz, diyorum,
-Uzatma oyna diyor.
-Car ü dü, idi…
-Dubara…
 
Çaresiz oynadım dubarayı. Kapalı kapılarım açıldı, pullarım sağa sola saçıldı.
-Mars dedi…
-Mars dedim…
 
. . .
 
Yenince neşesi yerine geldi. Bir oyun daha oynayacak olduk, ilk hamlemde “Zar tutuyorsun,” deyip tavlayı kapayıverdi. Bir çay ısmarladı üstüne de.
-Ama sen Arnavut usulü oynuyorsun dedim.
-En zor olan o değil mi, dedi.
Başımı eğip zoraki gülümsedim.
Çay mı içtim, zakkum şerbeti mi bilmem. Hesabı da ödedi, beni kaldırıp koluma girdi.
-Car ü dü idi, dedim.
Gözlerin bozuk, dedi.
Sarılıp öptü beni, Ankara’ya gidiyorum, birkaç gün kalıp döneceğim, dedi.
Helallik isteseydi vermeyecektim…
 
Hulusi Üstün
 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol